21 Mayıs 2012 Pazartesi

Man Kafa Fibonacci


Fibonacci Kimdir?  


Orta çağın en büyük matematikçilerinden biri olarak kabul edilen Fibonacci İtalya'nın ünlü Pisa
şehrinde doğmuştur. Çocukluğu babasının çalıştığı Cezayir'de geçmiştir. İlk matematik eğitimini
Müslüman bilim adamlarından almış ve İslam aleminin kitaplarını incelemiş ve çalışmıştır.babasının işi nedeniyle Kuzey Afrika’ya ve Cezayir’e gitttiği ve burada Arap hocalardan matematik dersleri aldığı bilinmektedir. Hint-Arap sayılarını (1, 2, 3...) öğrenerek, bunları Avrupa’ya tanıtmıştır. Bu bakımdan Fibonacci, matematiği Araplardan alıp Avrupa’ya tanıtan kişi olarak anılır. Avrupa'da
Roma rakamları kullanılırken ve sıfır kavramı ortalarda yokken Leonardo Arap rakamlarını ve sıfırı
öğrenmiştir.
1201 yılında "Liber Abacci" (cebir kitabı manasına gelir) adında bir matematik kitabı yazmıştır. Bu
kitapla Avrupa'ya Arap rakamlarını ve bugün kullandığımız sayı sistemini tanıtmıştır. Bu kitapta,
ilkokulda öğrendiğimiz temel matematik ( toplama, çarpma, çıkartma ve bölme ) kurallarını bir çok
örnek vererek anlatmıştır.  Kitapta karşılaşılan bir problemin çözümünde Fibonacci dizisi
anlatılmaktadır.

Liber Abaci, 13.yy. Avrupasında büyük ilgi görür, çok sayıda kopya edilir ve kilisenin yasaklamasına karşın Arap sayıları İtalyan tüccarlar arasında yayılır. Kitap Kutsal Roma İmparatoru II. Frederick'in dikkatini çeker. Frederick bilime düşkün bir imparatordur. Bilim adamlarını korur. Bu nedenle kendisine Stupor Mudi (Dünya Harikası) denilmektedir. 1220 yılında Fibonacci huzura çağrılır. Frederick'in bilim adamlarından biri tarafından sınava çekilir. Sonunda Fibonacci göze girer. Yıllarca hem imparatorla, hem de imparatorun dostlarıyla yazışır. 1225 yılında yazdığı Liber Quadratornum'u (Kare Sayıların Kitabı) imparatora ithaf eder. " Diyofantus Denklemleri"ne ayrılan bu kitap Fibonacci 'nin baş yapıtıdır. Her ne kadar Liber Abaci'ye çok daha dar bir çevrenin ilgisini çekerse de kitap sayılar kuramına büyük katkı getirir.
1228'de Fibonacci, Liber Abaci'yi yeniden gözden geçirir ve kitabın bu ikinci yazılımını imparatorun baş bilimcisi Michael Socott'a ithaf eder. Bu tarihten 1240 yılına kadar Fibonacci hakkında hiç bir şey bilinmiyor. 1240'ta Pisa kenti kendisine kente yaptığı hizmetlerden dolayı "20 Pisa Lirası" yıllık bağlar. Bundan sonra Matematikçimiz ne kadar yaşadı, o da bilinmiyor.
Leonardo Fibonacci, Arap Matematik'ini kullanışlı Hindu-Arap sayılarını Batı'ya tanıtmakla çok büyük bir katkıda bulundu.



 FİBONACCİ DİZİSİ

Gelelim Fibonacci'nin ünlü sorusuna

"Bir çift yavru tavşan( bir erkek ve bir dişi) var Bir ay sonra bu yavrular erginleşiyor

Erginleşen her çift tavşan bir ay sonra bir çift yavru doğuruyorlar Her yavru tavşan bir ay sonra erginleşiyorlar Hiç bir tavşanın ölmediğini ve her dişi tavşanın bir erkek bir dişi yavru doğurduğunu varsayalım Bir yıl sonra kaç tane tavşan olur?"

1 İlk ayın sonunda , sadece bir çift vardır
2 ikinci ayın sonunda dişi bir çift yavru doğurur, ve elimizde 2 çift tavşan vardır
3 Üçüncü ayın sonunda, ilk dişimiz bir çift yavru doğurur, 3 çift tavşanımız olur
4 Dördüncü ayın sonunda , ilk dişimiz yeni bir çift yavru daha doğurur, iki ay önce doğan dişi de bir çift yavru doğurur ve 5 çift tavşanımız vardır

Bu şekilde devam ederek şu diziyi elde ederiz: 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55,89,144 Dizideki sayılar Ocak (ilk yavru çiftinin olduğu ay) ile Aralık arasındaki ayların her birinde kıtır kıtır havuç yiyen tavşan çiftlerinin sayısını vermektedir

Peki, bu diziyi böylesine ilginç kılan nedir? Bunu üç ayrı nedene bağlayabiliriz

1 İlk olarak dizinin küçük üyelerinin doğada, beklenmedik yerlerde karşımıza çıkmasıdır; bitkiler, böcekler, çiçekler vb şeylerle ilgili olarak

2 İkinci neden, oranların limit değeri olan 0,618033989 sayısının çok önemli bir sayı olmasıdır ALTIN ORAN diye adlandırılan bu sayı Leonardo da Vinci'nin resimlerinden eski Yunan tapınaklarına kadar bir çok sanat eserinde ve doğada karşımıza çıkan bir sayıdır

3 Üçüncüsü ise sayılar teorisinde beklenmedik biçimde farklı bir çok kullanımı olmasıdır


Fibonacci sayıları


 (0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584,
4181, 6765... şeklinde devam eder) ile Altın Oran arasında ilginç bir ilişki vardır. Dizideki
ardışık iki sayının oranı, sayılar büyüdükçe Altın Oran'a yaklaşır.
Fibonacci ardışıkları, Altın Oran ilişkisi yorumlamasıdır. Bunda da oran ne olursa olsun her
oranın değeri 1.618 dir, değişmez...

ALTIN ORAN

Fibonacci Sayıları: 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584,...
Fibonacci dizisinde bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine belirgin şekilde yakın sayılar çıkar. Serideki 13. sırada yer alan sayıdan (233) itibaren bu sayı sabitlenir.

ALTIN       ORAN              =                   1,618
233          /     144                =                   1,618
377          /     233                =                   1,618
610          /     377                =                   1,618
987          /     610                =                   1,618

Altın Oran (golden ratio, the golden ve divine proportion olarak da bilinen golden section), Fibonacci sayılarına ait bir özelliktir. Sanatta, doğa da hatta yaşayan organizmalar da bile görünen bu ilgi çekici oran çoğu kişi tarafından yüce bir Yaratıcı'nın varlığının ispatı olarak görülür. Yaratıcının varlığının ispat edilmesinin gerekip gerekmediği tartışmasını konu dışı olması nedeniyle bir yana bırakıyorum.

Fibonacci diziliminin genel olarak anlamı: ''Dizideki bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine çok yakın sayılar elde edersiniz. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan (233) sonra bu sayı sabitlenir. İşte bu sayı 'altın oran' olarak adlandırılır''

Bildiğimiz “p” Pi sayısı gibi belli bir sıradan sonra yani 13. sıradan sonra sabitleşen Altın oran 1.61803398874989...’a eşittir. Yunan alfabesinden gelen “F” PHi ile sembolize edilir.



ALTIN ORANIN KULLANILDIĞI YERLER

Sanatçılar, bilim adamları ve tasarımcılar, araştırmalarını yaparken ya da ürünlerini ortaya koyarlarken orantıları altın orana göre belirlenmiş insan bedenini ölçü olarak alırlar. Leonardo da Vinci ve Corbusier tasarımlarını yaparken altın orana göre belirlenmiş insan vücudunu ölçü almışlardır. Günümüz mimarlarının en önemli başvuru kitaplarından biri olan Neufert'te de altın orana göre belirlenmiş insan vücudu temel alınmaktadır.

İnsan Bedeninde Altın Oran

Bedenin çeşitli kısımları arasında var olduğu öne sürülen ve yaklaşık altın oran değerlerine uyan "ideal" orantı ilişkileri genel olarak bir şema halinde gösterilebilir.(J. Cumming, Nucleus: Architecture and Building Construction, Longman, 1985.)

Aşağıdaki şemada yer alan M/m oranı her zaman altın orana denktir: M/m=1,618

İnsan vücudunda altın orana verilebilecek ilk örnek; göbek ile ayak arasındaki mesafe 1 birim olarak kabul edildiğinde, insan boyunun 1,618'e denk gelmesidir. Bunun dışında vücudumuzda yer alan diğer bazı altın oranlar şöyledir:

Parmak ucu-dirsek arası / El bileği-dirsek arası,
Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe / Kafa boyu,
Göbek-baş ucu arası mesafe / Omuz hizasından baş ucuna olan mesafe,
Göbek-diz arası / Diz-ayak ucu arası.

İnsan Eli

Elinizi derginin sayfasından çekip ve işaret parmağınızın şekline bir bakın. Muhtemelen orada da altın orana şahit olacaksınız.

Parmaklarımız üç boğumludur. Parmağın tam boyunun İlk iki boğuma oranı altın oranı verir (baş parmak dışındaki parmaklar için). Ayrıca orta parmağın serçe parmağına oranında da altın oran olduğunu fark edebilirsiniz. (Mehmet Suat Bergil, Doğada/Bilimde/Sanatta, Altın Oran, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2.Basım, 1993, s. 87.)

2 eliniz var, iki elinizdeki parmaklar 3 bölümden oluşur. Her elinizde 5 parmak vardır ve bunlardan sadece 8'i altın orana göre boğumlanmıştır. 2, 3, 5 ve 8 fibonocci sayılarına uyar.



İnsan Yüzünde Altın Oran

İnsan yüzünde de birçok altın oran vardır. Ancak bunu elinize hemen bir cetvel alıp insanların yüzünde ölçüler almayı denemeyin. Çünkü bu oranlandırma, bilim adamları ve sanatkarların beraberce kabul ettikleri "ideal bir insan yüzü" için geçerlidir.

Örneğin üst çenedeki ön iki dişin enlerinin toplamının boylarına oranı altın oranı verir. İlk dişin genişliğinin merkezden ikinci dişe oranı da altın orana dayanır. Bunlar bir dişçinin dikkate alabileceği en ideal oranlardır. Bunların dışında insan yüzünde yer alan diğer bazı altın oranlar şöyledir:

Yüzün boyu / Yüzün genişliği,
Dudak- kaşların birleşim yeri arası / Burun boyu,
Yüzün boyu / Çene ucu-kaşların birleşim yeri arası,
Ağız boyu / Burun genişliği,
Burun genişliği / Burun delikleri arası,
Göz bebekleri arası / Kaşlar arası.

Her uzun çizginin kısa çizgiye oranı altın orana denktir.

Akciğerlerdeki Altın Oran

Amerikalı fizikçi B. J. West ile doktor A. L. Goldberger, 1985-1987 yılları arasında yürüttükleri araştırmalarında(A. L. Goldberger, et al., "Bronchial Asymmetry and Fibonacci Scaling." Experientia, 41 : 1537, 1985.), akciğerlerin yapısındaki altın oranının varlığını ortaya koydular. Akciğeri oluşturan bronş ağacının bir özelliği, asimetrik olmasıdır. Örneğin, soluk borusu, biri uzun (sol) ve diğeri de kısa (sağ) olmak üzere iki ana bronşa ayrılır. Ve bu asimetrik bölünme, bronşların ardışık dallanmalarında da sürüp gider. (E. R. Weibel, Morphometry of the Human Lung, Academic Press, 1963.) İşte bu bölünmelerin hepsinde kısa bronşun uzun bronşa olan oranının yaklaşık olarak 1/ 1,618 değerini verdiği saptanmıştır.


Kalp Atışları

Arayınca altın oranı kalp atışlarında bile bulmak mümkün.

Kulağa biraz zorlama gibi gelse de ekg görüntüsünü bir kontrol edin.


Kalp bu resme göre Phi sayısına uygun atıyor ancak emin olabilmek için başka bir ekg bulup denemesi mümkün tabii.





DNA



DNA molekülü tüm yaşamın programını taşımaktadır. Temelinde de altın oran bulunmaktadır. Her tam turunda 34 angstrom uzunluğunda ve 21 angstrom genişliğindeki çift heliks spiral yapısı ile tabi ki altın oranı bünyesinde bulundurmaktadır. 34/21= 1.619 sayısını bulmaktadır.
Malum sayımız 1.618 yani phi sayısına ne kadar da yakın öyle değil mi?


















20 Mayıs 2012 Pazar

BOŞ PİLLE GELEN BÜYÜK TEHLİKE !!!



Boşaldı diye bir kenara bıraktığınız minik piller, bakın başınıza ne işler açabiliyor...


Saatlerde ya da benzer cihazlarda kullanılan "düğme pillerinizi" değiştirdiğinizde, eski pilleri ne yaptığınıza dikkat edin; aksi takdirde çocuklarınızın sağlığını tehlikeye sokabilirsiniz. Hem de aklınıza bile gelmeyecek bir şekilde...

Amerika'da yayınlanan tıp dergisi Pediatrics'te yayınlanan yeni bir araştırmaya göre 1990-2009 yılları arasında acil servislere bu tarz pilleri yutmuş ya da burun veya kulaklarına sokmuş 65.000'in üzerinde çocuk getirilmiş. Getirilen çocukların ortalama yaşı 3,9 ve yüzde 60'ı erkek.

İlk bakışta "çocuktur, yapar" dedirtse de bu durum düşünüldüğünden çok daha ciddi bir tehlike oluşturuyor çünkü bu piller, yutuldukları zaman çocuğun boğazında delik açmaya yetecek güçte bir akım oluşturabiliyorlar. Bu durumun anlaşılması da uzun zaman alabiliyor. Pillerdeki asidin yarattığı tehlike de cabası. İşin daha da kötüsü, içinden çıkarıldığı cihaza enerji sağlayamayacak kadar boşalmış bir pil bile bu sorunlara yol açabiliyor.

Çocukların şeker sanıp yuttuğu bu minik ve parlak güç kaynaklarını çıkarmak için bazen ameliyat bile gerekebiliyor. Ameliyatlık durumlar, acil servis vakalarının yüzde 8'ini oluşturuyor.

Araştırmacılar bu sorunun önüne geçmenin çok kolay olduğunu söylüyorlar: "Cihazlarınızın pil yuvalarını çocukların açamayacağı hale getirin ve eski pillerinizi en kısa sürede uygun bir biçimde atın."
veteknoloji

17 Mayıs 2012 Perşembe

Yemek Yedikten Sonra Neden Uykumuz Gelir ?


Yemek yenildikten sonra üzerimize düşen yorgunluğu ve uyku halinin nedenlerini sürekli olarak merak etmişizdir. Şimdi yazımız da bu konuda verilen bilgilerin ve bilimsel gerçeklerin detaylarını ele alacağız. Yemek yeme işlemi sonrasında vücudumuzda çalışan sistemlerin çalışma sistemlerinde bir dizi değişiklik meydana gelebilir. Yani daha önceden aynı düzeyde çalışan sistemler yemek yendikten sonra farklı düzeylerde çalışma eğilimi gösterebilmektedir.
Bu eğilimler sonrasında ise yemek yeme işlemi sonrasında sindirim sistemi diğer sistemlerden bir adım öne geçmektedir. Yemek yediğimizde, dolaşım sistemimizdeki kan akışını büyük bir bölümü, sindirim sistemimize hizmet etmeye başlıyor. Özellikle çok yediğimizde, sindirim borusunda yoğunlaşan ve hızlanan kan akışı, diğer dokulara normalden daha az gidebilmesi nedeniyle vücutta genel bir yorgunluğa neden oluyor. Buna, geçici iskemi (beyne giden kan akımının azalması) adı veriliyor.

Bunun yanında, yediğimiz besinlerin yapı taşları, merkezi sinir sistemimizde belirli yerlerin işlevi üzerinde etki göstererek uyku hissinin ortaya çıkmasına neden oluyor. Özellikle protein içeriği yüksek besinlerle aldığımız L-triptofan, beyinde serotonin hormonuna dönüştürülüyor ve bu hormonun etkisiyle "mutluluk-sakinleşme-uyku" hissi oluşuyor.

Bazı araştırmacılar, yemeklerden sonra dolaşımımızda asit seviyesinin azalması nedeniyle ortaya çıkan geçici kan pH değişiminin de uyku hissinin oluşmasında etkili olduğunu düşünüyorlar. Mide tarafından sindirim işlevinin yürütülebilmesi için yüksek düzeyde asit salgılanmasının, vücudun pH dengesini eski haline getirmek için kan asit seviyesinde ani bir düşüş göstermesine neden olduğu, ve bu nedenle ortaya çıkan alkali gelgitin de "uyku" hissine yol açtığı görüşündeler. .

12 Mayıs 2012 Cumartesi

galata kulesinin tarihi





Kule 1349'da Cenovalılarca Galata'yı çevreleyen surların başkulesi olarak inşa edilmiştir. Yapılışı hakkında çeşitli söylentiler vardır. Başlangıçta İsa Kulesi olarak adlandırılan kule, Osmanlılar döneminde zindan ve gözlemevi olarak kullanılmıştır. Yangın ve fırtınalardan sonra sık sık restore edilen bina, son olarak 1964'de onarım görmüş ve 1967'de yeniden kullanıma açmıştır. Galata semti, her gün yeniden keşfedilmeyi, yapraklarının daha sık karıştırılmasını bekleyen bir tarih kitabı gibidir.


Halic’in, tarihi İstanbul’un, Boğaziçi girişinin ve Asya yakasının benzersiz manzarası en muhteşem şekilde Galata Kulesi'nden görülür. Limanı ve şehri gözetlemek gayesi ile kurulan kule değişik amaçlarda asırlarca kullanıldıktan sonra, günümüzde de orijinaldeki gibi, manzarayı seyretme işi görmektedir. Asansör ile çıkılan kulenin üst iki katı restaurant ve gece kulübü olarak organize edilmiştir. Buralardan ve panorama terasından İstanbul’un görünümüne doyum olmaz. Buraya özgü atmosfer ve güzel bir manzarada, oryantal dansözler, folklor ekipleri, şarkıcılar ile renkli İstanbul geceleri yaşanır.





Galata Kulesi’nin ne zaman yapıldığı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte, Kule’nin İsa’dan sonra 507 yılında imparator Iustinianos zamanında inşa edildiği idda edilmektedir. Aynı zamanda Cenevizliler tarafından İsa Kulesi, Bizanslılar tarafından Büyük Kule olarak anılan yapıya, günümüzdekine yakın şeklini, 1348 yılında Cenevizliler vermiştir. 1509 depreminde büyük zarar gören Kule, devrin ünlü Osmanlı mimarı Hayrettin tarafından onarılmıştır. Ayrıca Kule, Kanuni döneminde Kasımpaşa Tersanesi’nde çalıştırılan mahkûm işçiler için hapishane olarak da kullanılmıştır. 16 yy.ın sonlarında ise müneccimbaşısı Takıyeddin Efendi, Kule’nin tepesine bir rasathane kurmuştur. Bir dönem bu şekilde kullanılan Galata Kulesi, 3. Murat tarafından kapatılır ve Kule tekrar hapishaneye dönüştürülür.


4. Murat zamanında 1638 yılında Hezarfen Ahmet Çelebi, kollarına kanat takarak, Galata Kulesi’nden Üsküdar’a o meşhur uçuşunu gerçekleştirir. 17 yy.a doğru mehterhane takımına ev sahipliği de yapan Kule; 1717'den sonra artan İstanbul yangınlarıyla baş edebilmek için yangın gözetleme kulesi olarak da kullanılmıştır. Ama ne yazıktır ki Kule 1794 senesi kendisi de yanmaktan kurtulamamıştır.


Üçüncü Selim zamanında, Galata Kulesi onartıldıktan sonra, Kule’nin üst katına bir cumba eklenir. 1831’de kule bir yangın daha geçirir. Bu sefer 2. Mahmut Kule’nin üzerine iki kat daha çıkar ve külah biçiminde olan ünlü dam örtüsüyle Kule’nin tepesi kapatılır. O dönem onarımla alakalı olarak, Pertev Paşa’nın bir de yazıtı Kule’ye yerleştirilir. 1875 yılında kuvvetli bir fırtınadan sonra, Kule’nin tepesindeki külahımsı çatı uçar ve daha sonra 1960 yılında tekrardan onartılır. Günümüzde, Kule özel bir şirket tarafından sadece turistik amaçlı işletilmektedir. 7 katı asansörle, 2 katı da yürüyerek çıkıp, Kule’nin en üst katındaki restoranın içinden geçtikten sonra, Kule’yi çepeçevre saran balkona ulaşılır. Bu balkonun sunduğu İstanbul ve Boğaziçi zarafetine doyum olmuyor.





Kulenin Özellikleri

Yerden, çatısının ucuna kadar olan yüksekliği 69,90 metredir. Yapılan statik hesaplamalara göre kulenin ağırlığı yaklaşık 10.000 tondur. Duvar kalınlığı 3,75 metre, iç çapı 8,95 metre, dış çapı da 16,45 metredir. Derinliğinde bulunan çukurların altındaki kanalda birçok kafatası ve kemik bulunmuştur. Orta boşluğun bodrumu zindan olarak kullanılmıştır. Kulenin kalın gövdesi işlenmemiş moloz taşındandır.


Kulenin tarihinde bazı intihar olayları kayıtlara geçmiştir. 1876 tarihinde, bir Avusturyalı, nöbetçilerin dalgınlığından faydalanıp kendini kuleden aşağı atmıştır. 6 Haziran 1973 günü ise ünlü şair Ümit Yaşar Oğuzcan'ın 15 yaşındaki oğlu Vedat kuleden atlayarak intihar etmiştir. Ümit Yaşar bunun üzerine Galata Kulesi adlı şiiri yazmıştır





5 Mayıs 2012 Cumartesi

GALATA KULESİ


İstanbul'un muhteşem yapı ve mimarilerine .

 ilk olarak İstanbul 'u tepeden izleme fırsatı veren,
eşsiz manzara ve muhteşem yapısıyla
GALATA KULESİ' NİN güzelliğiyle başlayalım
galata kulesi tam bir aşktır.
galata kulesine insanlar bir kere gittim deyip bir daha gitmemezlik yapmazlar çünkü onlar için galata bir başkadır
.Manzarasına doyum olmaz sabahtan akşama kadar insan o manzaradan hiç usanmadan bakabilir.

Manzara panoramik olarak tüm Eminönü çevresine hakim. Topkapı Sarayı, Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Tophane, Boğaz Köprüsü, Haliç hepsine kuşbakışı bakabiliyorsunuz. Hazerfan olup uçasınız geliyor : ))


istanbul'un güzellikleri

İstanbul'un muhteşem yapılarını bir başka gözle tanıyalım...


2 Mayıs 2012 Çarşamba

niye esneriz ????

   İnsanlar esneyen tek varlık degildir.Birçok hayvan, balıklar ve hatta böcekler esner. Pek çogumuz sıkıldıysak yada yorulduysak esneriz.bBazı uzmanlar esnemenin, uyanık ve tetikte kalmamız gereken durumlarda vucudun uyanduıran ve uyaran bi eylem oldugunu düşünmektedir. Bu kuram,  geceleri araba kullananların niye bu kadar esnediğini açıklar.
   Bebeklerin uyumadan önce ve uyandıktan sonra esnerler.Araştırmacılar, esnemenin vucudun canlılık durumunun değişmesine, örneğin uykudan uyanıklığa geçiş aşamasına işaret ettiği sonucuna varmışlardır.
   Araştırmalar, beklenenin tersine, esnemenin vucudun oksijen miktarının arttırma yolu olmadığını göstermektedir.Bir Amerikan üniversitesinde psikoloji öğrencileri tarafından yürütülen bir araştırmada, "deneklerin" bol oksijenli bir odada da oksijeni az bir odada olduğu kadar esnediği ortaya çıkmıştır.
   Nedeni tam bilinmese de bazı hastalıklar esneme çogunlukla beyinle alakalı epilepsi ve  MS (multipl skleroz diye bilinen hastalıkla bağdaştırılır.Bazı hastalara baktığımızda özellikle şizofreni hastalarına baktığımız da onların daha az esnediğini farkederiz.
   Bazı durumlarda kendiliğinden gelen bazı durumlarda ise insanı uyuşuk hissetmesine neden olan esnemek aslında beyni serinletiyor.Ayrıca esnemek beyin sıcaklığını kontrol altına alır.
   Hem burnumuzla, hem de ağzımızla nefes alabilmemize rağmen, kapalı ağızla esnemek mümkün değildir. En çok ve sık esnemenin olduğu zaman, sabah uykudan kalkma vaktidir. Ortalama bir esneme 6 saniye sürer.
   Yapılan araştırmalarda, hayvanların daha çok dikkat gerektiren bir olayı karşılama sırasında esnedikleri, insanların ise, tersine dış uyanlarda azalma olduğunda esnedikleri saptanmıştır.
   Derslerde canı sıkılan öğrencilerin değil de, canı sıkıldığı halde uyumamaya çalışanların daha çok esnedikleri gözlemlenmiştir. Bir diğer görüşe göre de, sınava girecek bir öğrencinin veya yarışa girecek bir atletin çok esnemesinin sebebi, organizmanın kendini sakinleştirmesidir.
   Esneme de gülme gibi bulaşıcıdır. Esneyen kişinin yüz hatlarında meydana gelen şekillenmenin, diğer insanlar üzerinde esnemeyi teşvik edici bir etki uyandırdığı tahmin ediliyor. Yani nasıl yemek yiyen bir insanı görünce acıkırsak, onun gibi bir şey.

KÜRESEL ISINMA



Bende bu konu hakkında bilgi vermek istedim..


             küresel ısınma


   Küresel ısınma, dünya atmosferi ve okyanuslarının ortalama sıcaklıklarında belirlenen artış için kullanılan bir terimdir. Bu olay son 50 yıldır iyice saptanabilir duruma gelmiş ve önem kazanmıştır.


Dünya'nın atmosfere yakın yüzeyinin ortalama sıcaklığı 20. yüzyılda 0.6 (± 0.2) °C artmıştır. İklim değişimi üzerindeki yaygın bilimsel görüş, "son 50 yılda sıcaklık artışının insan hayatı üzerinde fark edilebilir etkiler oluşturduğu" yönündedir.
Küresel ısınmaya, atmosferde artan sera gazlarının neden olduğu düşünülmektedir. Karbondioksit, su buharı, metan gibi bazı gazların, güneşten gelen radyasyonun bir yandan dış uzaya yansımasını önleyerek ve diğer yandan da bu radyasyondaki ısıyı soğurarak yerkürenin fazlaca ısınmasına yol açtığı ileri sürülmektedir.

Su buharı, diğer sera gazlarından farklı olarak güneşten gelen radyasyonun şiddetine ve gezegenin ortalama ısısına göre sabit olan bağlı bir değişkendir. Dolayısıyla küresel ısınma konusunda pasif etkiye sahiptir. Ancak diğer sera gazları, yer yer bağımsız değişken olarak küresel ısınma üzerinde aktif bir etki yaratabilirler. Örneğin karbondioksit, yoğun volkanik etkinlik sonucu ya da insanlar tarafından fosil yakıtların yakılmasıyla yoğun olarak atmosfere salınabilir. Bu durum, gezegenin ortalama ısısından bağımsız olarak ortaya çıkabilen ve ortalama ısının artması sonucunu doğuran bir etken olarak işlev görür. 



Bugün için bilim çevrelerinde küresel ısınmadan başat rolün atmosferde karbondioksit oranının artmasına bağlanmaktadır. Her ne kadar atmosferdeki karbondioksit, yeşil bitkilerin fotosentez olayında, karbondioksitin litosfer yüzeyinde suda çözünmesiyle , atmsferden çekilmekte ise de, bu mekanizmaların kapasitesinin üzerinde karbondioksit salınımı, gezegen üzerinde sera etkisi yaratmaktadır. 


Su buharı dışındaki sera gazları dolayısıyla gezegen yüzeyindeki ortalama ısının artması, buharlaşmanın artmasına yol açacaktır. Bu ise atmosferde daha fazla su buharı, yani bulut oluşmasına yol açar. Bulutlar, güneşten gelen radyasyonun bir bölümünü dış uzaya yansıtırken bir bölümünü soğurarak ısınırlar, bir bölümünü de yeryüzüne geçirirler. Litosfer ve hidrosfere ulaşan bu radyasyonun da bir bölümü soğurularak ısınmaya yol açarken bir bölümü dış uzaya yansır. Dış uzaya yansıyan radyasyon yeniden bulut kütlesi ile karşılaştığında, aynı olaylar yaşanır, yansıtılır, soğurulur, dış uzaya kaçar.


Bu mekanizma, su buharı dışındaki sera gazlarının atmosferde artması sonucu bulutların sera etkisini artırmakta, küresel ısınmaya yeni bir katkıya yol açmaktadır.

KÜRESEL ISINMA



KÜRESEL ISINMA GERÇEGİN FARKINA VARALIM !!!!!!!


Su hayattır, su harcanmaz, çok değerIidir, kıyasIanamaz